KAYNAĞIMIZ: KİTAP SÜNNET İCMA VE KIYAS'TIR

Ehli Suffa

www.ehlisunnetyolu.net
Ehli Suffa

EHL-İ SUFFA

Hicretten sonra, Medine-i münevverede, Peygamber efendimizin yaptırdığı caminin yani Mescid-i nebevinin suffa denilen, üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde barınan yoksul ve kimsesiz muhacirlere verilen ad.

Sayıları on ile dört yüz arasında değişen bu sahabiler, Resulullah efendimizin yanlarından hiç ayrılmaz ve sohbetlerinden asla geri kalmazlardı. Gecegündüz Kur’an-ı kerim okurlar, ilim öğrenirler, hadis-i şerifleri ezberlerlerdi. Günlerinin çoğunu oruç tutarak geçirirler, ibadet ve taattan bir an ayrılmazlardı.

Ehl-üs-suffanın azaldığı ve çoğaldığı olurdu. İçlerinden evlenen, vefat eden ve sefere çıkan olduğunda, sayıları azalırdı. Bunlar, namazlarını devamlı Peygamber efendimizin arkasında kılarlardı.

Suffa’da, Medine’de evi barkı olmayan fakir talebelerle, İslamiyet’i öğrenmek için gelen yabancı müslüman ziyaretçiler de barınırdı. Ensardan Ubade bin Sabit, Ehl-üs-suffaya, yazı ve Kur’an-ı kerim öğretirdi. Resulullah efendimiz, güzel yazı yazan muhacirlerden Abdullah bin Sa’id’i, Ehl-üs-suffaya muallim tayin etti. Abdullah bin Mes’ud, Salim, Mu’az bin Cebel ve Übey bin Ka’b da Kur’an-ı kerim öğretmekle vazifelendirildiler.

Resulullah efendimiz; “Benim bu mescidime gelen, ancak hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelir. O, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir” buyurunca, Mescid-i Nebevi ve Suffa, bir ilim yuvası haline geldi. Suffa ehline kurra da denilirdi. Burada yetişenler, yeni müslüman olan kabilelere muallim olarak gönderilirdi. Suffa ehli, gittikleri yerde Kur’an-ı kerimi, sünnet-i şerifleri yani İslam dininin emir ve yasaklarını öğretirlerdi. Pek çok faziletlere sahib olan bu mübarek sahabiler, büyük bir irfan ordusu idiler. Peygamber efendimiz onları çok sever, oturup sohbet eder ve birlikte yemek yerlerdi.

Resulullah efendimiz bir gün Eshab-üs-suffaya bakıp, son derece fakir olduklarını düşündüler. Böyle oldukları halde, gönül rahatlığı ve huzuru ile ibadet ediyorlardı. Merhametle onlara şöyle buyurdular: “Ey Suffa ehli! Size müjdeler olsun. Eğer ümmetimden sizin içinde bulunduğunuz zor şartlarda, bu şartlara razı bir kimse kalmış olursa, o elbette benim arkadaşlarımdandır.”

Ebüssü’ud Tefsiri’nde bildirildiğine göre; “Ammar, Suheyb, Selman ve Eshab-ı kiramın fakirleri hakkında Resulullah’a, müşriklerin reisleri; “Bu ibadet eden fakirleri kovarsan, seninle oturup konuşuruz” dediler. Resulullah efendimiz; “Ben mü’minleri kovmam” buyurdu. “Sana geldiğimizde yanımıza gelmesinler. Biz kalkınca yine istersen onlarla oturursun” dediklerinde, Resulullah efendimiz, onların imana gelmeleri ümidiyle, peki deyip, kabullendiklerinde, En’Ak suresinin elli ikinci ayet-i kerimesi nazil oldu. Mealen: “Rablerinin rızasını dileyerek sabah ve akşam O’na dua edenleri (fakirleri), onlarla bir arada birlikte bulunmak istemeyen müşriklerin arzusuna uyarak yanından kovma!” buyruldu. Bundan sonra Resulullah efendimiz, Ehl-i suffa ile diz dize oturur, onlar dağılmayınca kalkıp gitmezlerdi. Mevahib-i Ledünniye’de; “Resulullah efendimiz, her gece onları çağırır, yemek yemeleri için bazılarını, düğünü olan Eshab-ı kirama dağıtır; bazılarımda kendisi alıkor, akşam yemeğini birlikte yerlerdi” buyurulmaktadır.

Mescidde Resulullah efendimizin hiç bir sohbetini kaçırmadan ilim öğrenen bu mümtaz Eshaba karşı, Medineli sahabiler, benzeri görülmemiş şekilde muhabbet beslerlerdi. Bir akşam, açlıktan dermanı kalmayan Suffa’dan bir sahabi, Resulullah efendimizin huzur-i şeriflerine gelip, halini arz etti. Peygamber efendimiz, hane-i saadetlerine, yiyecek bir şeyin olup olmadığını sordular.

“Şu. anda evde yiyecek olarak sudan başka bir şey yok” cevabını alınca, oradaki Eshabına; “Kim şu açı misafir eder?” buyurdular. Eshab-ı kiramdan Medineli biri, herkesten önce davranıp; “Anam-babam sana feda olsun ya Resulaflan! Onu ben ağırlarım” dedi. Misafiriyle evine gidip hanımına; “Resulullah efendimizin misafirini ağırlayacak bir şeyler hazırla” dedi. Hanımı; “Şu anda evimizde çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok” diye cevap verdi, “önce çocukları uyut. Sonra o yemeği getir” diyen sahabi, ancak bir kişiye yetecek kadar olan yemeği alıp misafirin odasına girdi. Sofrayı koyup buyur etti. Yemeğe beraber başladıktan sonra kalktı, lambayı düzeltiyormuş gibi yapıp söndürdü.

Tekrar karanlıkta sofranın başına oturdu. Yiyormuş gibi hareketler yaparak, misafirin doymasını bekledi. Misafir doyduktan sonra sofrayı kaldırdı. O gece, çocukları ile aç olarak sabahladılar. Sabahleyin, Peygamber efendimizin huzur-ı şeriflerine gittiklerinde; “Allahü teala bu geceki hareketinizden hoşnud oldu” buyurdular. Bunun üzerine Allahü teala, Haşr suresinin 9. ayet-i kerimesini göndererek mealen; “Onlar (Ensar), kendilerinde yoksulluk ve muhtaçlık olsa bile, (Muhacirleri) kendi canlarından üstün tutarlar” buyurdu.

Ehl-üs-suffa, fakir ve muhtaç oldukları halde hiç dilenmezler, kimseden bir şey istemezlerdi. Karınları çok zaman aç, fakat gönülleri ve gözleri toktu. Kur’an-ı kerimde, Bekara suresi İki yüz yetmiş üçüncü ayet-i kerimesinde mealen onlar hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Sadakalarınızı o fakirlere verin ki, onlar Allah yolunda çalışmaya koyulmuşlardır; öteye beriye koşturup kazanamazlar. Dilenmekten çekindikleri için tanımayanlar onları zengin zanneder. Ey Resulüm! Sen onları simalarından tanırsın. Onlar iffetlerinden ötürü insanları rahatsız edip, bir şey istemezler. Siz malınızdan bunlara ne harcarsanız, muhakkak Allah onu bilicidir.”

Peygamber efendimiz, geceleri onların bir kısmını çağırıp kendisi doyurur, bir kısmını da, hali vakti yerinde olan Eshab-ı kirama gönderirdi; “Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği, sekiz kişiye yeter!” buyururdu. Peygamber efendimiz başka bir zaman da; “İki kişilik yiyeceği olan, Ehl-üs-suffadan üçüncüyü; dört kişilik yiyeceği olan, onlardan beşinciyi yahud altıncıyı götürsün” buyurdu. Hazret-i Ebu Bekr, onlardan üçünü, Peygamber efendimiz de onunu alıp götürdü.

Medineli müslümanların önde gelen zenginlerinden olan Sa’d bin Ubade (radıyallahü anh); çok kerre Suffa eshabından seksen kişiyi birden yemeğe çağırırdı.

Ehl-üsfsuffanın faziletleri üzerine bir çok eser yazılmıştır. Abdurrahman Sehavi’nin Menakıb-ı Ehl-is-suffa, Subki’nin Tuhfet-ül-kelam ala Ehl-is-suffa ve Ebu Nu’aym el-İsfehani’nin Hilyet-ül-Evliya’ı bunların başlıcalarıdır. Ehl-üs-suffaya, Eshab-üs-suffa da denir.

Ehl-i suffanın bazıları şunlardır: Evs bin Evs es-Sekafi, Bera bin Malik, Sabit bin Dahhak, Sabit bin Vedia, Sekif bin Amr, Harise bin Nu’man, Hanzala bin Ebi Amir, Haccac bin Amr, El-Hakim bin Umeyr, Harmele bin lyaş, Huneys bin Huzafe, Halid bin Yezid, Harim bin Evs, Habib bin Yesaf, Dekin bin Sa’id, Rüfaa Ebu Lübabe, Ebu Rezin, Zeyd bin el-Hattab, Sifine Ebu Abdurrahman, Sa’d bin Malik, Salim bin Umeyr, Saib bin Hallad, Saddad bin Üseyd, Safvan bin Beyda’, Talha bin Amr, Ebu Hüreyre (radıyallahü anhüm).

AÇLIKTAN KARINLARINA TAŞ BAĞLARLARDI

Resulullah efendimiz, her şeyden önce bu mübarek Eshabının (Ehl-i suffanın) ihtiyacını te’min eder, sonra Ehl-i beytininkini görmeye çalışırdı. Ebu Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle anlatır: “Kendisinden başka ilah olmayan Allahü tealaya yemin ederim ki, ben bazan açlıktan karnımı yere dayar, bazan da yerden aldığım bir taşı karnıma bastırırdım. Yine böyle bir halde iken, Resulullah’ın mescide geçtiği yolun üstünde oturmuştum. O sırada alemlere rahmet olarak gönderilen iki Cihanın süsü, nur saçarak yanıma geldiler. Halimi anlayıp gülümsediler ve; “Ya Eba Hüreyre!” buyurdular. “Canım sana feda olsun, buyur ya Resulallah!” deyince; “Benimle gel” buyurdular.

Hemen peşlerinden yürüdüm. Hane-i saadetlerine girdiler. Evde bir bardak süt vardı. “Haydi, Ehl-i suffaya git. Onları bana çağır” buyurdular. Onları çağırmak için giderken, kendi kendime; “Bütün Suffa ehline bir bardak süt nasıl yeter? Bana da bir yudum düşer mi ki?!…” diye düşünüyordum. Onları çağırdım, saadethaneye geldik, izin isteyip içeri girdik. Uygun yerlere oturduktan sonra, Resulullah efendimiz; “Ya Eba Hüreyre! Şu süt bardağını al, onlara ver!” buyurdular. Ben de bardağı alıp, sıra ile arkadaşlarıma veriyordum, Her biri bardağı alıyor, doyuncaya kadar içiyor, bana iade ediyordu. Herkesten aldığımda, bardağın hiç eksilmediğini, öylece sütle dolu olduğunu görüyordum, Bu şekilde, gelen bütün arkadaşlarıma takdim ettim.

Hepsi içip doydular. Sonra Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, bardağı alıp, bana gülümsediler ve; “Ya Eba Hüreyre! Süt içmeyen bir ben kaldım, bir de sen. Haydi sen de otur iç!” buyurdular. Oturup içtim. “Yine iç!” buyurdular. İçtim. Efendimiz, bir kaç defa “İç!” buyurdular. Ben de her defasında içtim. Nihayet; “Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah! Artık içemiyeceğim. Seni hak din ile gönderen Allahü tealaya yemin ederim ki, iyice doydum” dedim. “Öyleyse bardağı bana ver” buyurdular. Verdim, Allahü tealaya hamd ve sena ettikten sonra, Besmele çekerek sütü içtiler.”

Kaynak
Tarih Ansiklopedisi

www.ehlisunnetyolu.net
ETİKETLER:
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ