Mus’ab Bin Umeyr
Eshâb-ı kiramın büyüklerinden.
İslâmiyet’in ilk yıllarında Müslüman oldu. Habeşistan’a sonra da Medine’ye ilk hicret edenlerdendir. Birinci Akabe bî’atında müslüman olan on iki kişi, Resûlullah’dan dînî hükümleri ve Kur’ân-ı kerîm öğretmesi için bir muallim (öğretmen) istediler. Bunun üzerine Resûlullah tarafından Medîne’ye muallim olarak gönderildi. Bedr ve Uhud savaşında Muhacirlerin sancağını taşıdı. 625 (H. 3) senesinde yapılan Uhud savaşında, kırk yaşlarında iken şehîd oldu.
Mus’ab bin Umeyr’in künyesi Ebû Muhammed olup, annesi ve babası tarafından Kureyş’in asîl ve zengin bir ailesine mensub idi. Zengin oldukları için gayet rahat bir hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Fasîh ve belîğ (güzel) konuşurdu. Aklı selîm sahibi olduğundan, putlardan nefret ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde yetiştirilmişti. Güzel yüzlü ve zengin olduğundan Mekke halkı ona gıpta ile bakardı.
Peygamber efendimiz buyurmuşlardı ki: “Mekke’de Mus’ab’dan daha zarif, daha narin, daha güzel kimse yok idi. Saçtan kıvrım kıvrım idi.”Bütün bunlara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hisseden Mus’ab bin Umeyr, Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâm’ı anlattığı ve o zaman Mekke’de müslümanların toplandığı Erkam bin Ebî Erkam’ın evine giderek müslüman oldu. Mus’ab bin Umeyr’in ailesi durumu öğrenince, onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar.
Arabistan’ın yakıcı güneşi altında uzun müddet bırakarak ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar. Fakat Mus’ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır ve sebat göstererek asla İslâmiyet’ten dönmedi. İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Mekke’de sıkıntı ve işkencelere mâruz kalan Mus’ab bin Umeyr, müşriklerin ağır işkenceleri ve zulümleri sebebiyle Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı. Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi.
Onun bu gelişini hazret-i Ali şöyle anlatmıştır: “Resûlullah ile oturuyordum. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resûlullah onun bu hâlini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu. Çünkü o müslüman olmadan önce servet içinde idi. Dîni uğruna bunların hepsini terketti.” Peygamberimiz onun hakkında; “Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın. Anne ve babasının onu en iyi yiyecek ve içeceklerle beslediklerini gördüm.
Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir”buyurdu.
Birinci Akabe bî’atında müslüman olan Medîneliler, kendilerine dîni öğretecek bir öğretmen istediler. Peygamberimiz bu iş için Mus’ab bin Umeyr’i görevlendirdi. Bunun üzerine Medîne’ye gidip onların reîsleri olan Es’ad bin Zürâre’nin evine yerleşti. Burada Kur’ân-ı kerîm öğretiyor ve İslâmiyet’i anlatıyordu. Onun bu hizmetiyle Medîne’de çok kimse müslüman oldu. Medîne’de bulunan kabîle reîslerinden Sa’d bin Muâz, Esîd (veya Üseyd) bin Hudayr henüz müslüman olmamışlardı.
Bunların durumu çevreyi etkiliyor, İslâmiyet’in hızla yayılmasını engelliyordu. Bir gün Mus’ab bin Umeyr, bir bahçede, etrafında bulunan müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabilesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı: “Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!” Onun bu taşkın hâlini gören Mus’ab bin Umeyr; “Hele biraz otur! Sözümüzü dinle.
Maksadımızı anla, beğenirsen kabul edersin. Yoksa engel olursun…” diyerek gayet yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi. Üseyd sakinleşip; “Doğru söyledin” dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Mus’ab bin Umeyr ona İslâmiyet’i anlattı ve Kur’ân-ı kerîm okudu. Kur’ân-ı kerîmin essiz belagatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp; “Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı” diye sordu. Mus’ab bin Umeyr, bu sözü üzerine ona, Kelime-i şehâdeti öğretti ve o da müslüman oldu. Sevincinden yerinde duramayan Üseyd; “Ben gidip size birini göndereyim. Eğer o da îmâna gelirse, bu beldede îmân etmedik kimse kalmaz” diyerek ayrıldı. Evs kabîlesinin reîsi Sa’d bin Muâz’ın ve kabîlesinin yanına varınca, müslüman olduğunu söyledi.
Bunu gören Sa’d şaşırarak hiddetlendi ve Mus’ab bin Umeyr’in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın bir tavırla konuşmaya başladı. Mus’ab bin Umeyr, ona da gayet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa’d, bu nazik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı. Mus’ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet’i anlattı ve Kur’ân-ı kerîmden bir mikdâr okudu. Kur’ân-ı kerîm okunurken Sa’d’ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada müslüman öldü. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve rahatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi: “Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?” Onlar da: “Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün” cevâbını verince; “Öyle ise Allah’a ve Resûlüne îmân etmelisiniz…
İmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun” dedi. Bunun üzerine kavmi hep birden islâmiyet’i kabul etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimsekalmadı. Mus’ab bin Umeyr’in büyük gayretleri ve hizmetleri neticesinde İslâmiyet, Medîne’de sür’atle yayıldı, öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.
Ensâr-ı kiram (radıyallahü anhüm), Resûlullah’dan izin alarak Sa’d bin Heyseme’nin evinde ilk defa Cum’a namazı eda ettiler. Medîne-i münevverede ilk kılınan Cum’a namazı bu oldu. Bu Cum’a’dan sonra Muş’ab bin Umeyr (radıyallahü anh), Evs ve Hazrec kabîlesinden hacılarla ikinci Akabe bî’atını yapmak üzere yola çıktı. Bu kafilede Es’ad bin Zürâre de vardı. Mus’ab bin Umeyr (radıyallahü anh), Mekke’ye varır varmaz, kendi evine uğramadan önce hemen Peygamber efendimizin huzuruna çıktı. Peygamber efendimize, Medînelilerin grup grup İslâmiyet’e girdiklerini anlattı. Resûlullah bu haberden çok memnun oldu.
Mus’ab (radıyallahü anh), Zilhicce ayının geri kalan kısmını, Muharrem ve Safer aylarını Peygamber efendimiz ile geçirdikten sonra, Resûlullah’ın hicretinden 12 gece evvel, Rebî’ul-evvel ayının başında ikinci defa Medîne’ye hicret etti. Her şeylerini Mekke’de bırakıp, Medîne’ye hicret eden Eshâb-ı kiram ile Medîneli Eshâb mal ve mülklerini paylaştı. Bu kardeşlikte Muş’ab bin Umeyr de Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş yapıldı.
Mus’ab bin Umeyr, Bedr savaşında sancakdâr olup, büyük gayret ve kahramanlık gösterdi. Süveyd bin Harmale ile birlikte Abdiddâroğullarından Bedr savaşına katılan iki kişiden biri idi. Mus’ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu. Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu haliyle Peygamberimize benziyordu. Müşrik ordusundan İbn-i Kamia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus’ab bin Umeyronun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus’ab bin Umeyr’in sağ kolunu kesti. Mus’ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı. Mus’ab o esnada; “Muhammed ancak Resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir”meâlindeki Âl-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu.
İkinci bir darbeyle sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu haliyle kendini Peygamberimize siper yapan Mus’ab bin Umeyr’in üzerine hücûm eden İbn-i Kamia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus’ab bin Umeyr yere yıkılıp şehîd oldu. Mus’ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygamberimize benzediği için müşrikler onu şehîd edince Peygamberimizi öldürdüklerini zannetmişlerdi.
Hazret-i Mus’ab şehîd olunca; onun suretinde bir melek sancağı aldı. Muş’ab’ın (radıyallahü anh) şehîd düştüğünden Resûlullah’ın henüz haberi olmamıştı. “İleri ey Mus’ab ileri”diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; “Ben Mus’ab değilim” diye cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı hazret-i Ali’ye verdi.
Eshâb-ı kiramdan Ubeyd bin Umeyr anlatır: “Resûlullah, Mus’ab bin Umeyr’i şehîd olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden: “Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehîd oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehîd olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler”meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu: “Allah’ın Resûlü de şahittir ki, siz kıyamet günü Allah’ın huzurunda şehîd olarak haşrolunacaksınız”Daha sonra yanındakilere dönüp; “Bunları ziyaret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemin ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyamette bu aziz şehîdler kendilerine mukabil selâm vereceklerdir”buyurdu. Daha sonra Mus’ab bin Umeyr’e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek suretiyle defnedildi.”
DÎNÎMDEN DÖNMEM!Mus’ab bin Umeyr’in (radıyallahü anh), Akabe bî’atında bulunmak için Mekke’ye geldiğini işiten annesi, ona; “Ey annesine isyan eden vefasız oğul! Bulunduğum şehre gelince, nasıl olur da önce beni ziyaret etmezsin” diye haber gönderdi. Mus’ab; “Ben, Resûlullah’tan önce kimseyi ziyaret etmem” dedi. Sonra annesinin yanına gitti. Annesi; “Galiba, hâlâ girdiğin o yeni dinden dönmedin” dedi. Mus’ab; “Ben, Allah Resûlü’nün tebliğ ettiği ve Allah’ın razı olduğu hak din üzereyim. Bu din, Allah’ın, kendisi ve Resûlü için seçtiği bir dindir” dedi.
Annesi tekrar; “İlk olarak Habeşistan’da ve ikinci defa da Yesrib’de (Medine) olduğun zamanlarda senin için çektiğim acılara karşılık bana bir teşekkür bile etmedin” dedi. Muş’ab; “Beni dînimden ayıracağınızdan korkuyorum” dedi. Bu sözleri üzerine annesi onu bir daha haps etmek isteyince, Mus’ab; “Yemin ediyorum ki, eğer beni haps edecek olursanız, ölünceye kadar mücâdele ederim” dedi. Bu nün üzerine annesi; “Haydi git işine!” diyerek ağladı. Mus’ab ona şöyle dedi: “Anneciğim, ben sana doğru yolu gösteriyorum. Ve sana acıyorum. Ne olur gel! Allah’tan başka hiç bir îlâh olmadığına ve Muhammed aleyhisselâmın O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet et!” Annesi; “Ben senin girdiğin dini kabul etmeyeceğim. Aksi takdirde alay konusu olur, zayıf akıllı diye vasf edilirim. Fakat seni dininle başbaşa bırakıyorum. Ben, kendi dinimde kalacağım” dedi.
Kaynak
ehlisunnetbuyukleri