Reci ve Biri Maune Vakaları
Müşriklerin kurduğu tuzak
Uhud gazasının has okçularından Asım bin Sabit hazretleri, bu gazada müşriklerden Müsafi bin Talha ile kardeşi Haris’i öldürmüştü.
Anneleri çok kin gütmekle meşhur olan Sülafe binti Sa’d, oğullarının ikisini öldüren Asım bir Sabit hazretlerinin başını getirene, yüz deve vereceğini va’d etti.
Hazret-i Asım’ın kafatasında şarab içmeye and içti. Ayrıca Resulullah efendimizin gönderdiği bir seriyyede, Abdullah bin Üneys’in, Lıhyanoğullarından Halid bin Süfyan’ı öldürmesi sebebiyle, Lıhyanoğulları, Adel ve Kare kabileleriyle anlaştı.
Medine civarında bulunan bu iki kabile bir plan yapıp, elçiler hazırladılar. Onlara;Müslüman olduğunuzu söylersiniz. Zekat vereceğiz, bunu almak ve bize
İslâm’ı öğretmek üzere muallim istiyoruz, dersiniz. Gelenlerin bir kısmını öldürür, öcümüzü alırız. Bir kısmını da Mekke’ye götürüp Kureyş’e satarız, dediler.
Hicretin dördüncü yılının Safer ayında, bu iki kabileden altı veya yedi kişilik bir heyet, Efendimize gelerek; “Müslüman olduk, bize Kur’an-ı kerimi ve dini öğretecek muallimler gönder” dediler.
Bu sırada sevgili Peygamberimiz, Mekkeli müşriklerin savaş hazırlığı içinde olup olmadıklarını kontrol etmek üzere, on kişiden meydana gelen bir seriyye hazırlamıştı.
Adel ve Kare kabilesinden de böyle bir heyetin gelip muallim istemeleri üzerine, durumu araştırmak, inceleyip bildirmek üzere bu on kişilik keşif kolunu gelenlerle birlikte gönderdi.( Peygamberler gaibi, geleceği bilen değil, ancak Allah’ın bildirdiğini, bildirdiği kadarı ile bilendir. )
Eshab-ı kiramdan kurulan bu seriyyede; Mersed bin Ebi Mersed, Halid bin Ebi Bükeyr, Asım bin Sabit, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bir
Tarık, Mu’attib (Mugir) bin Ubeyd ve isimleri bilinmeyen üç sahabi daha vardı.
Bu keşif kolu, gündüzleri gizlenip, geceleri yürümek suretiyle bir seher vakti Reci’ suyunun başına geldiler. Orada bir müddet dinlenip, Acve denilen iyi cins
Medine hurmasından yediler.
Sonra oradan ayrılarak, yakınlarındaki bir dağa çıkıp gizlendiler. Huzeyl kabilesinden koyun güden bir kadın da Reci’ suyunun başına gelmişti. Hurme çekirdeklerini görüp, Medine hurması yendiğini anladı. “Buraya Medine’den gelenler olmuş” diye bağırarak, kabilesine haber verdi.
Bu sırada Eshab-ı kiramdan bu on kişilik seriyyenin yanında bulunan Adel ve Kare kabilesinin hey’etinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğullarına gidip, haber verdi.
Lıhyanoğulları bu haber üzerine harekete geçtiler. Yüzü okçu olmak üzere,iki yüz kişilik bir kuvveti bu küçük seriyyenin üzerine gönderdiler. Gelen bu müşrik sürüsü, hazret-i Asım bin Sabit ve arkadaşlarını dağın tepesinde bularak kuşattı.
Bu arada, on sahabinin ahvalini, müşriklere haber veren kişi de onlara katıldı. Eshab-ı kiram, o anda aldatıldıklarını anladılar ve harbe karar vererek, kılıçlarını çektiler.
Bunu anlayan müşrikler, onları kandırmaya çalışıp; “Eğer yanımıza inerseniz, hiç birinizi öldürmeyeceğiz. Kesin söz veriyoruz. Yemin ederiz ki, sizleri öldürmek istemiyoruz. Fakat size karşı Mekkelilerden fidye koparmak istiyoruz” dediler.
Asım bin Sabit, Mersed bin Ebi Mersed ve Halid bin Ebi Bükeyr; “Müşriklerin sözlerini ve ahidhlerini hiçbir zaman kabul etmeyiz” diyerek bütün tekliflerini reddettiler.
Arıların koruduğu kimse
Müşriklerin tuzağına düştüklerine anlayan, on yiğit, herşeye rağmen mücadele etmeye karar verdi. Asım bin Sabit hazretleri; “Hiçbir zaman müşriklerin himayelerini kabul etmemeğe yemin ettim. Vallahi onların himayelerine ve sözlerine kanarak teslim olmam” dedi.
Ellerini açtı; “Allah’ım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et” diyerek dua etti. Allahü teâlâ, hazret-i Asım’ın duasını kabul buyurdu ve Resulullah efendimizi, onlardan haberdar etti.
Hazret-i Asım, müşriklere; “Biz ölmekten korkmayız. Çünkü, dinimizde basiretliyiz (ölünce şehid olur Cennet’e gideriz)” buyurdu.
Müşriklerin reisi; “Ey Asım! Kendini ve arkadaşlarını zayi etme, teslim ol!” deyince; Hz. Asım bin Sabit, okla karşılık verdi. Ok atarken;
“Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok.
Yayımın kalın teli gerilmiştir.
Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir.
İnsanlar er-geç Allah’a rücu’ edicidir.
Eğer ben sizinle çarpışmazsam; anam,
Üzüntüsünden aklını kaybeder.”
Mısra’larını okuyordu. Asım’ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince, bir çoğunu da mızrağıyla delik deşik etti.
Fakat mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu; ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacağım manasına geliyordu.
Sonra da; “Ey Allah’ım! Ben bugüne kadar senin dinini hıfz ettim. Senden, bu günün sonunda benim vücudumu koruyup, müşriklerden saklamanı niyaz ediyorum” diye dua etti.
Hazret-i Asım bin Sabit’in ve diğer sahabilerin; “Allahü ekber!” nidaları, dağları inletiyordu. İki yüz kişiye karşı on mücahid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar, yaptıklarının cezasını görüyorlardı.
Hz. Asım , en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kafirler, ondan çok korktukları için, yere düşünce bile yanına yaklaşamadılar ve uzaktan ok atarak şehid ettiler.
O gün oradaki on sahabiden yedisi şehid, üçü de esir edildi. Lıhyanoğulları, Sülafe binti Sa’d’a satmak için, Asım bin Sabit’in mübarek başını kesmek istediler.
Fakat Allahü teâlâ, hazret-i Asım bin Sabit’in duasını kabul buyurduğundan, bir arı sürüsü gönderdi.
Bulut gibi Asım bin Sabit’in üzerinde durdular. Müşrikler yanına yaklaşamadı. Sonunda; “Bırakın, akşam olunca arılar dağılır, biz de başını kesip götürürüz” dediler.
Akşamleyin Allahü teâlâ şiddetli bir yağmur yağdırdı. Derelerden seller aktı ve Asım bin Sabit hazretlerinin mübarek cesedini alıp, bilinmeyen bir yere götürdü.
Ne kadar aradılarsa da bulamadılar.
Bunun için müşrikler, Asım bin Sabit hazretlerinin hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Arıların, Asım’ı korudukları hadisesi zikredildiği zaman, hazret-i Ömer;
“Allahü teâlâ elbette mü’min kulunu muhafaza eder. Asım bin Sabit, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise, Allahü teâlâ da ölümünden sonra cesedini muhafaza edip, müşriklere dokundurmadı” buyurdu.
Bunun için Asım bin Sabit yad edilirken; “arıların koruduğu kimse” diye anılırdı.
Hazret-i Hubeyb bin Adiy’in istekleri
Lıhyanoğulları, başta Asım bin Sabit olmak üzere tuzağa düşürdükleri yedi sahabiyi şehid ettiler. Üç sahabiyi de esir aldılar. Esir edilen üç sahabi; Hubeyb bin
Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Tarık idi.
Lıhyanoğulları, üçünü de yayların kirişleri ile bağladılar. İçlerinden Abdullah bin Tarık, Mekkeli müşriklere götürülmeye razı olmadı. Gitmemek için karşı koydu. “Şehid edilen arkadaşlarım Cennet’le şereflendiler” diyerek haykırdı.
Ellerinin bağını kopardı, fakat Lıhyanoğulları, taşa tutarak onu da şehid ettiler. Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne hazretleri; “Resulullah’ın verdiği keşif vazifesini yapmaya belki imkan buluruz” düşüncesi ile sabrettiler.
Lıhyanoğulları, her ikisini de Mekke’ye götürdüler. Bedir ve Uhud savaşlarında yakınları öldürülen müşrikler, kin ve intikam hırsı ile tutuşuyorlar ve fırsat arıyorlardı
Hubeyb’i , müşriklerden Huceyr bin Ebi İhab-ı Temimi, Bedir savaşında öldürülen kardeşinin; Zeyd bin Desinne’yi de , Safvan bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halef’in intikamını almak üzere satın aldılar.
Müşriklerin niyeti her ikisini de öldürmekti. Fakat savaş yapmayı yasak saydıkları aylarda bulunduklarından, hapsetmek suretiyle zamanın geçmesini beklediler. Ayrı ayrı yerlerde hapsettiler. Her iki sahabi de bu esaret karşısında büyük bir sabır, takat ve asalet gösterdiler.
Hubeyb bin Adiy’in hapsedildiği evde bulunan ve azadlı bir cariye olan Maviye (bu hanım, daha sonra Müslüman olmuştur) gördüklerini şöyle anlatmıştır:
Bulunduğum evde bir hücreye hapsedilmişti. Ben, ondan daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün baktım, elinde ibrik gibi kocaman bir üzüm salkımı vardı.
Ondan yiyordu. Her gün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü.
O mevsimde, hem de Mekke’de üzüm bulmak asla mümkün değildi. Allahü teâlâ, ona rızık veriyordu. Hapsolunduğu hücrede namaz kılar, Kur’an-ı kerim okurdu. Okuduğu Kur’an-ı kerimi dinleyen kadınlar ağlaşırlar ve ona acırlardı.
Bazan; “Bir isteğin var mı?” diye sorduğumda; “Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme, bir de, beni öldürecekleri zaman önceden haber ver, başka bir şey istemem” derdi.
Öldürüleceği gün kararlaştırılınca, gidip kendisine söyledim. Bunu öğrenince, en ufak bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü eseri göstermedi. O gün yaklaşınca, ölmeden önce vücut temizliği yapmak istediğini söyledi ve bir ustura istedi.
Ben de çocuğumun eline bir ustura verip gönderdim. Çocuk yanına gidince birden korktum. “Eyvah! Bu adam, çocuğu ustura ile keser. O nasıl olsa öldürülecek” dedim.
Koşup çocuğa baktım. Hubeyb , gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu sevmek için dizine oturtmuştu. Ben bu durumu görünce çok korkup, feryad etmeye başladım. Durumu anlayınca;
“Bu çocuğu öldüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dinimizde böyle şey yok. Haksız yere cana kıymak bizim hal ve şanımızdan değildir” dedi.
Hubeyb bin Adiy’i ve Zeyd bin Desinne’yi öldürmek için müşriklerin kararlaştırdığı gün gelmişti. O gün sabah erkenden zincirlerini çözüp, Mekke dışında
Temim denilen yere götürdüler. Mekke halkı ve müşriklerin ileri gelenleri, bunların idamını seyretmek üzere toplanmıştı. Etrafta büyük bir kalabalık vardı.
İki rek’at namaz kıldı
Hubeyb bin Adiy hazretleri ile aynı hücrede kalan cariye Maviye, Hz. Hubeyb’in öldürülüşünü şöyle anlatır:
Müşrikler, esirleri idam edecekleri yerde iki darağacı kurmuşlardı. Hubeyb’i darağacına kaldırıp bağlamak istedikleri sırada; “Beni bırakınız, iki rekat namaz kılayım” dedi.
Bıraktılar; “Kıl orada” dediler. Hubeyb hemen namaza durup, huşu ile iki rekat namaz kıldı. Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı. Namazını bitirdikten sonra;
“Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım” dedi.
Böyle idam edilirken iki rekat namazı ilk kılan, adet ve sünnet olmasına sebep olan hazret-i Hubeyb bin Adiy’dir. Peygamber efendimiz , onun idam edilirken iki rekat namaz kıldığını işitince, bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur.
Hubeyb’i , namazını kıldıktan sonra, darağacına kaldırarak bağladılar. Yüzünü, kıbleden Medine’ye doğru çevirdiler. Sonra; “Haydi dininden dön! Seni serbest bırakalım” dediler.
Şöyle cevap verdi: “Vallahi dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse, yine İslâmiyet’ten dönmem!” Bu cevabı alan müşrikler; “Şimdi senin yerine
Muhammed’in olmasını, onun öldürülmesini ister misin? Evet dersen, kurtulur, evinde rahat rahat oturursun!” dediler.
Hubeyb ; “Ben, Muhammed aleyhisselamın ayağına bir dikenin batmasına bile asla razı olmam!” dedi. Müşrikler alay edip, gülüşerek; “Ey Hubeyb! İslâm dininden dön! Eğer dönmezsen, seni muhakkak öldüreceğiz!” dediler. Hubeyb ; “Allahü teâlâ yolunda olduktan sonra, benim için öldürülmenin hiç önemi yoktur” diye karşılık verdi.
Bundan sonra Hubeyb ; “Allah’ım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum. Allah’ım! Benden, Resulüne selam ulaştır. Bize yapılan bu işi Resulüne bildir!” diyerek dua etti ve; “Esselamü aleyke ya Resulallah” dedi.
Hubeyb bu duayı yaptığı sırada, sevgili Peygamberimiz, Eshab-ı kiramla oturuyordu. Zeyd bin Harise şöyle anlatmıştır:
“Bir gün Resulullah, Eshabıyla otururken; “Ve aleyhisselam” dedi. Eshab-ı kiram; “Ya Resulallah! Bu kimin selamına karşılıktır” dediler. “Kardeşimiz Hubeyb’in selamına karşılık. Cebrail aleyhisselam Hubeyb’in selamını bana ulaştırdı” buyurdu.
Hubeyb’in etrafında toplanan Kureyş müşrikleri; “İşte, babalarınızı öldüren bu adamdır” diyerek gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar ve mübarek vücudunu yaralamaya başladılar. Bu sırada, Hubeyb’in yüzü Kabe’ye doğru döndü.
Müşrikler, Medine’ye doğru döndürdüler. Hubeyb; “Allah’ım! Eğer ben senin katında makbul bir kul isem, yüzümü kıbleye çevir” diyerek dua etti. Yüzü yine kıbleye döndü. Müşriklerden hiç biri, onun yüzünü Kabe’den başka bir tarafa çeviremedi.
Bu esnada Hubeyb , darağacı üzerinde, düşman arasında garip bir halde şehid edilmekte olduğunu dile getiren bir şiir söyledi. Müşrikler, ellerindeki mızrakları vücuduna saplayarak, işkence yapmaya başlayınca; “Vallahi ben Müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra, vurulup, hangi yanım üstüne düşersem düşeyim gam yemem! Bunların hepsi Allahü teâlânın yolundadır” dedi.
Hz. Hubeyb darağacında müşriklere şöyle beddua etti: “Allah’ım! Kureyş müşriklerinin hepsini mahvet! Topluluklarını dağıt! Birer birer canlarını al, onları sağ bırakma!”
Hubeyb bin Adiy’in cenazesi, kırk gün darağacında asılı kaldı. Bedeni çürüyüp kokmadı. Hep taze kan aktı.
Sevgili Peygamberimiz, onun cenazesini getirmek üzere Eshab-ı kiramdan Zübeyr bin Avvam ve Mikdad bin Esved’i gönderdi. Gece, gizlice Mekke’ye girdiler. Hubeyb’i asıldığı darağacından indirip, deveye yükleyerek Medine’ye doğru yola çıktılar.
Durumu öğrenen müşrikler, büyük bir kalabalık halinde üzerlerine yürüdüler. Her iki sahabi kendilerini savunmak için, cenazeyi yere koydular. Biraz sonra cenazeyi bıraktıkları yerin yarılarak cesedi içeri alıp, kapandığını gördüler ve Medine’nin yolunu tuttular.
Zeyd bin Desinne’yi de diktikleri ağaca bağladılar. Dininden döndürmek için zorladılar. Fakat Zeyd’in imanını kuvvetlendirmekten başka bir şey elde edemediler. Bunun üzerine Zeyd’i ok yağmuruna tuttular. Sonunda Safvan bin Ümeyye’nin azadlı kölesi Nistas tarafından şehid edildi.
Bi’r-i Maune vak’ası
Yine aynı yılın Safer ayında, Arabistan’ın Necd bölgesinden Ebu Bera geldi. Necd’de
İslâm’ın tanıtılması için, Eshab-ı kiramdan birkaç tanesini oraya göndermesini Resulullahtan istedi. Sevgili Peygamberimiz; “Göndereceğim kimseler hakkında,
Necd halkından emin değilim!” buyurdular.
“Onlara kimse zarar veremez” sözü üzerine, Alemlerin efendisi, bu kesin taahhüdü kabul buyurup, Eshab-ı Suffa’dan yetmiş kişilik bir hey’et hazırladı ve
Münzir bin Amr hazretlerinin kumandasında yola çıkardı.
Kendisinin ve kabilesinin İslâmiyet’le şereflenmesini isteyen Ebu Bera, Eshab-ı Suffa’dan önce yola çıkıp, kabilesine gelerek, hey’eti himayesine aldığını, onlara hiç kimsenin dokunmamasını tenbih etti.
Yeğeni Amir bin Tufeyl kabul etmedi. Üç kabilenin adamlarını silahlandırarak başlarına geçti ve Bi’r-i Maune’ye gelen Eshab-ı kiramı kuşattı.
Sahabiler biri hariç hepsi şehid edildi. Bu mübarek Eshabın son sözleri; “Ya Rabbi! Şu anda Resulullah’a durumumuzu haber verecek senden başkası yoktur.
O’na selamımızı bildir!” dediler.
O anda Cebrail aleyhisselam son derece üzgün bir halde, Peygamber efendimize gelip, selamlarını ulaştırdı ve; “Onlar, Allahü teâlâya kavuştular. Allahü teâlâ onlardan razı oldu, onlar da Allahü teâlâdan razı oldu” dedi.
Sevgili Peygamberimiz de; “Aleyhimüsselam” diye cevap verdikten sonra, çok üzüntülü olarak Eshab-ı kirama döndüler; “Kardeşleriniz, müşriklerle karşılaştılar. Müşrikler, onları kesip biçtiler, mızraklarla delik deşik ettiler…” buyurarak, durumu haber verdiler.
Bu hadisede düşmanla çarpışırken, Amir bin Füheyre hazretlerinin sırtına, Cebbar adlı biri mızrağını saplamıştı: O anda hazret-i Amir; “Vallahi, Cennet’i kazandım!” demiş, Cebbar’ın ve diğer müşriklerin gözleri önünde gökyüzüne doğru çekilmişti. Bu hadise üzerine daha sonra onu şehid eden Cebbar
Müslüman olmuştu.
Peygamber efendimiz, “Reci'” ve “Bi’r-i Maune” hadiselerine çok üzüldüler. Bu elim hadiseyi yapan kabilelere, bela için bir ay her namazdan sonra dua ettiler.
Allahü teâlâ, Resulünün duasını kabul buyurdu. O kabilelere müthiş bir kuraklık ve kıtlık verdi. Sonra bulaşıcı bir hastalıkla yedi yüz kişi öldü.
Nadiroğullarının suikastı
Uhud gazasından sonra, hicretin dördüncü senesinde, Nadiroğulları ismindeki Yahudi kabilesi, sevgili Peygamberimize suikast tertip ettiler.
Bunu, Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize haber verdi; suikast neticesiz kaldı. Bunun üzerine Alemlerin efendisi, antlaşmayı bozan bu Yahudi kabilesine, Muhammed bin Mesleme’yi gönderdi ve;
“Nadiroğulları Yahudilerine git! Onlara, ‘Resulullah beni size; yurdumdan çıkıp gidiniz! Burada benimle birlikte oturmayınız! Siz, bana bir suikast planı kurdunuz. Size on gün süre tanıyorum. Bu müddetten sonra buralarda sizden kim görülürse boynu vurulacak, emrini bildirmek üzere gönderdi’ de!” buyurdu.
Muhammed bin Mesleme hazretleri bu emri bildirince, korkularından yol hazırlığına başladılar. Fakat münafıkların başı Abdullah bin Übeyy, onlara; “Sakın kalenizden çıkmayınız. Mallarınızı ve yurdunuzu terkedip gitmeyiniz. Adamlarımdan iki bin kişi ile size yardıma geliyoruz” diyerek haber gönderdi.
Bunun üzerine Kainatın sultanı, Eshab-ı kiramıyla, Medine’ye dört km. uzaklıkta bulunan Nadiroğulları kalesine yürüdüler.
Sancağı hazret-i Ali taşıyordu. Kale kuşatılıp, muhasara edildi. Daha önce Eshab-ı kirama meydan okuyan Yahudiler, kaleden çıkmaya cesaret edemediler.
Münafıkların yardımı da ulaşmadı. Eshab-ı kiram, kaleyi kontrol altına alıp kuş uçurtmuyordu. Yirmi günden ziyade süren muhasara sonunda, Yahudiler teslim bayrağını çektiler. Bütün silahlarını, altın ve gümüşlerini Müslümanlara terk ederek bir kısmı Şam’a, bir kısmı da Hayber’e sürüldü. Böylece Medine’de
Yahudilerden sadece Kureyzaoğulları kaldı.
Hicretin beşinci senesinde, Mustalıkoğullarının reisi Haris bin Ebi Dırar, Peygamber efendimizle çarpışmak için pek çok adam toplamıştı. Onları silahlandırarak, Medine üzerine yürüyecekti. Bu haber, sevgili Peygamberimize ulaşınca, hemen yedi yüz kişilik bir birlik ile Mustalıkoğullarına karşı sefere çıkıldı.
Müreysi kuyusu başında karargah kuruldu. Önce Mustalıkoğulları İslâm’a davet edildi. Kabul etmeyerek, ok atıp savaşa başlattılar. Resulullah efendimizin;
“Hep birlikte aniden hücuma geçiniz” emrini yerine getiren Eshab-ı kiram, Mustalıkoğullarından on kişiyi öldürdü.
Kabile reisi kaçarak canını kurtarmış, fakat, kızı Berre ve kabilesinden 600 kişi esir düşmüştü. Ganimetler paylaştırıldı. Berre, Peygamber efendimizin huzuruna çıkıp;
“Hissesine düştüğüm sahibimle, dokuz altın karşılığında hürriyete kavuşmam için anlaştım. Bana yardım ediniz!” dedi.
Peygamber efendimiz, merhamet buyurarak, onun bu arzusunu yerine getirip satın aldı. Sonra azad edip, hürriyetine kavuşturdu. Sevgili Peygamberimizin, İslâmı tebliğ ile Müslüman oldu.
Onun Müslüman olmasına son derece sevinen Alemlerin efendisi, mükafat olarak nikahıyla şereflendirdi. Bunu gören Eshab-ı kiramın hepsi de; “Biz,
Resulullah’ın ailesi olan annemizin, akrabasını hizmetçi olarak kullanmaktan haya ederiz” dediler ve esirlerini serbest bıraktılar.
Bu nikah yüzlerce esirin hürriyetine kavuşmasına sebep oldu. Sevgili Peygamberimiz, mübarek zevcesinin Berre ismini, Cüveyriyye olarak değiştirdi. Hazret-i
Cüveyriyye validemiz için, hazret-i Aişe validemiz; “Ben, Cüveyriyye’den daha hayırlı, daha bereketli bir kadın görmedim” derdi.
Dördüncü yılın olayları
İçki içmeyi haram kılan ayet-i kerime , hicretin dördüncü yılında indi.
Uhud gazasında yaralanıp sonra vefat eden hazret-i Ümmü Seleme’nin kocası, geriye birkaç tane çocuk bırakmıştı. Ümmü Seleme validemiz, yaşlı hali ile güç durumda kalmıştı. Sevgili Peygamberimiz, ona çok acıyıp merhamet buyurarak nikahına almakla şereflendirmesi de bu yılda oldu.
Yine bu yılda Zatürrika’ gazası yapılarak, etraftaki müşrik kabileler sindirildi.
Hazret-i Osman’ın, Peygamber efendimizin kızı hazret-i Rukayye’den olma altı yaşındaki oğlu Abdullah vefat etti. Alemlerin efendisi, torunun namazını kıldırdı ve bizzat kabre koydu. Çok üzülmüşlerdi, mübarek gözyaşları kabre döküldü. Mezar taşını, mübarek elleriyle diktiler ve; “Allahü teâlâ, kullarından merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder” buyurdular.
Hazret-i Ali’nin annesi Fatıma binti Esed de bu yılda vefat etti. Buna, sevgili Peygamberimiz çok üzülüp; “Bugün annem vefat etti!” buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz, dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra, onun yanında büyümüştü. Peygamberliğini bildirdiğinde ise hemen Müslüman olmakla şereflenmişti.
Bu sebeple, Kainatın sultanı, onu anne yerinde tutar, çok hürmet gösterirdi. Ona olan merhametinden, üzerindeki mübarek gömleğini çıkarıp kefen olarak sarılmasını emretti.
Cenaze namazını kıldırdıktan sonra, yetmiş bin meleğin namazda hazır olduğunu bildirdi. Kabre kadar gidip içine indiler. Kabir hayatının rahat ve hoş olması için, kabrin köşelerine doğru genişletir gibi işaret yaptıktan sonra kabre uzandılar.
Kabirden çıktığında, mübarek gözleri yaşla dolmuş ve mübarek gözyaşları kabre dökülmüştü. Aman ya Rabbi! Bu ne merhametti?.. Ve bu ne kadar talihli bir hanımefendi idi?..
Hazret-i Ömer dahi dayanamamış; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Hiçbir kimseye yapmadığınızı, bu hanıma yaptınız!” diye sual edince, vefalıların en vefalısı olan sevgili Peygamberimiz;
“Ebu Talib’den sonra bu hanımcağız kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır. O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken en önce benim karnımı doyururdu. Kendi çocuklarının üstleri başları tozlu topraklı dururken, o, önce benim saçımı tarar ve gül yağları ile yağlardı. O, benim annemdi!” buyurdular.
Bundan sonra Fatıma binti Esed validemiz için, şöyle dua ettiler:
“Allahü teâlâ seni magfiret etsin, bağışlasın, seni mükafatlandırsın! Ey annem! Allahü teâlâ sana rahmet eylesin. Allah’ım! Annem Fatıma binti Esed’i affeyle, bağışla! Ona hüccetini bildir. Kabrini genişlet. Ey merhametlilerin en merhabetlisi olan Allah’ım! Ben peygamberin ve geçmiş peygamberlerin hakkı için, bu duamı kabul buyur.”
Bunların arkasından, Resul-i ekrem efendimizin mübarek hanımefendilerinden hazret-i Zeyneb binti Huzeyme otuz yaşında olduğu halde vefat etti. Yine bu sene, hazret-i Ali ile hazret-i Fatıma’nın ikinci çocukları hazret-i Hüseyin doğdu.
Yine bu yılda, Mekkeli müşrikler, İslâmın yayılmasını önlemek için Bedir’e hareket etti. Mücahidlerin kendilerinden önce Bedir’e geldiğini öğrenen müşriklerin kalblerine korku düştü.Geri Mekke’ye döndüler.
Kaynak
İslâm Tarihî Ansiklopedisi