KAYNAĞIMIZ: KİTAP SÜNNET İCMA VE KIYAS'TIR

Veliyullah Dehlevi

www.ehlisunnetyolu.net
Veliyullah Dehlevi

ŞAH VELİYYULLAHİ DEHLEVİ

Hindistan’da yetişen tefsîr, hadîs, kelâm, tasavvuf ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden

İsmi, Ahmed bin Abdürrahîm bin Vecîhüddîn olup, künyesi Ebü’l-Feyyâz, Ebû Abdullah ve Ebû Abdül’azîz’dir. Soyu, baba tarafından hazret-i Ömer’e, anne tarafından ise, hazret-i Hüseyn’e ulaşır. Lakabı Kutbüddîn, Şah Veliyyullah ve Şah Sâhib, nisbesi ise Hindî, Dehlevî ve Fârûkî’dir.

Daha çok Şah Veliyyullah Ahmed Sâhib-i Dehlevî diye tanınır. 1702 (H. 1114) senesi Şevval ayında Hindistan’ın Delhi şehrinde doğdu. 1762 (H. 1176) senesi Muharreminin yirmi dokuzuncu günü öğleden sonra orada vefat etti. Şehrin dışında, bu gün, Mehdiyân diye bilinen yerde babasının yanında medfûndur. Kabri belli olup, ziyaret edilmektedir. Doğum ve vefat târihleri 1699 (H. 1110), 1766 (H. 1180) olarak da rivayet edilmiştir.

Şah Veliyyullah-ı Dehlevî’nin babası Şeyh Safiyyullah Abdürrahîm, Gürgâniyye Devleti’nin en büyük hükümdarı olan Âlemgir Şâh’ın hazırlattığı Fetâvây-ı Âlemgirî’nin tashîh hey’eti azalarından idi. Zamanının ulemâsı tarafından hürmet edilen, tasavvufta yüksek dereceler sahibi bir zât idi. Bu zâta rüyasında, Hindistan evliyasının büyüklerinden Kutbüddîn Ahmed Bahtiyar Kâkî el-Ûşî hazretleri görünüp bir oğlu olacağını, Allahü teâlânın dînine hizmet edeceğini ve ona kendi ismini vermesini bildirdi.

Şeyh Abdürrahîm, başka bir rüyada gösterilen bir işaret üzerine de, zamanın ulemâsından Şeyh Muhammed isminde bir zâtın kızı ile evlendi. Bu hanımından Şah Veliyyullah doğdu. Doğduğunda; babası, aradan çok zaman geçtiğinden rüyasını unutmuştu. Oğlu dünyâya gelince ona Veliyyullah ismini verdi. Bir müddet sonra rüyasını hatırladı ve oğluna; “Kudbüddîn Ahmed” diye ikinci bir isim verdi.

Şah Veliyyullah gün geçtikçe serpilip büyüdü. Çocukluğu bile diğer çocuklardan farklıydı. Oynamasında, gülmesinde, yiyip içmesinde bir başkalık vardı. Zekâ ve hafızası, edeb ve hayası fevkalâde idi. Bir gün bahçede akranı çocuklarla oynayıp eve dönmüştü. Babası yanına çağırıp; “Evlâdım! Bu günden îtibâren öyle şeylerle meşgul ol ki, bu meşguliyetten eline geçen şey yanında kalsın. Bunlar da; okumak, yazmak, ibâdet gibi şeylerdir” dedi.

Babasının sözlerini dikkat ve can kulağıyla dinleyen Şah Veliyyullah; o zamana kadar geçen vakitlerine eyvâhlar edip, o günden sonra bir daha oyun oynamadı. Daha beş yaşındayken babasından Kur’ân-ı kerîm öğrenip, temel din bilgilerini de tâlim eyledi. Yedi yaşında ana dili olan Fârisî’yi okuyup yazmayı öğrendi. On yaşında Arabî lisânının gramer bilgilerinde Molla Câmî’nin eserini okuyacak seviyeye geldi. Babasının nezâretinde, hadîs ilminde; Mişkât, Sahîh-i Buhârî, Şemâil-i şerîfkitaplarını okudu. Tefsîr ilminde; Şerh-i Vikaye’yi, usûl-i fıkıh ilminde; Hüsâmî,Tevdîhve Telvihkitaplarını okudu. Kelâm ilminde; Şerh-i Akâid, Şerh-i Hayalîve Şerh-i Mevâkıfve diğer eserleri, mantıkda; Şerh-iŞemsiyye, tasavvuf ilminde; Avârif-ül-Meârifve Resâil-i Nakşibendiyye’yi okudu. Nahiv ilminde;

Molla Câmî’yi ve meânî ilminde, Mutavvelve Muhtasar-ül-me’ânîadlı eserleri okudu. İlm-i hey’et yâni astronomi, hesab (aritmetik) ilimlerine ait çeşitli kitapları ve tıb ilminde el-Mu’cez fit-tıbadlı kitabı okudu. İlmin her dalında geniş araştırmalar ve incelemeler yaptı. Dört hak mezhebin fıkıh kitaplarını tâlim edip, inceliklerine vâkıf oldu. On beş yaşına geldiğinde, zamanında okutulan zahirî ilimlerdeki tahsilini tamamlayıp kemâle gelmişti. Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yolunda mübarek bir kimse olan babasından feyz alarak, bâtınî hazînelere de kavuştu Son olarak okuduğu Beydâvî tefsirinitamamlayınca babası, ulemâ ve sâlihlerin fakîr ve zenginlerin iştirak ettiği bir yemekte, Şah Veliyyullah-ı Dehlevî hazretlerine icazet verip, başına da âlimlere mahsus sarığı giydirdi.

Bundan sonra üç sene daha babasının nezâretinde nefsini terbiye edip, evliyalık yolunda ilerlemeye gayret etti. On sekiz yaşında iken babası Şeyh Abdürrahîm hastalandı. Zahirî ve bâtınî ilimlerde kemâle gelen oğlu Şah Veliyyullah’ı kendi yerine geçirip, talebelere ilim öğretmek ve hak yolu bildirmek ile vazifelendirdi. Çok geçmeden 1719 (H. 1131) senesinde vefat etti. Muhterem babasının vefatından sonra, onun kürsîsinden on bir sene zahirî ve bâtınî ilimleri öğreten Şah Veliyyullah-ı Dehlevî hazretlerinin ilmî şöhreti her tarafa yayıldı. Her beldeden akın akın talebeler geldi. Ona gelenler, arzuladıklarına kavuşup memleketlerine geri döndüler. Bu arada kendisi durmadan okuyor, araştırıyor, inceliyordu. Dört mezhebin hükümlerindeki delillerini tek tek araştırıp tahkîk etti. Bunların neticesinde Hanefî, Hanbelî, Mâlikî ve Şafiî mezhebi imâm ve âlimlerinin yüksekliklerini, çalışmalarını, gayretlerini daha iyi anladı.

Her ilimde söz sahibi olduğj hâlde, yine de başka ilim sahiplerinden bir şeyler öğrenmeye gayret eden Şah Veliyyulah-ı Dehlevî, hem hac farizasını îfâ etmek, hem de Haremeyn ulemâsının ilminden faydalanmak maksadıyla, 1730 (H. 1143) senesinde Mekke-i mükerremeye gitti. Hac vazifesini îfâ edip, dünyânın dört bir yerinden gelen Allah dostları ile de görüştü, ilim sahiplerinin ilminden istifâde etti. Bir sene kadar Medîne-i münevverede kaldı. Ders verip ilim öğrendi. Muhammed Efdal Hacı Siyâlkûtî, Ebû Tâhir Muhammed Medenî, Şeyh Vefdullah bin Süleyman Mağribî, Mekke müftîsi Tâcüddîn Kal’î Hanefî, Şeyh Senâvî, Şeyh Kaşşâşî, Abdullah bin Salim Basrî, Hasen Acemî, Îsâ Ca’ferî, Seyyid Abdürrahmân İdrisî ve Şemseddîn Muhammed bin A’lâ Bâbilî gibi âlimlerden ilim öğrenip icazet aldı. Bilhassa Ebû Tâhir Kürdî Medenî’nin ilim ve feyzinden çok istifâde etti.

Tekrar hac ettikten sonra, 1732 (H. 1145) senesinde Hindistan’a döndü. Bu sırada Hindistan’da her şey karma karışıktı. Siyâsî iktidar düzensiz ve kudretsizdi. İnsanlardan bir kısmı cahilliklerinden hindû ve diğer kâfirleri taklid etmeye başlamış, bir kısım müslümanlar da bid’at ehlinin hâl ve hareketlerine kapılmışlardı. İlmin yerini cehalet, faziletin yerini ise denâet (alçaklık) almıştı. Kötü din adamları ortalığı fitneye boğmuş, sâlih müslümanlar kıyıda köşede kalmışlardı. İşte böyle bir zamanda Hindistan’a dönen Şah Veliyullah-ı Dehlevî hazretleri, Eski Dehli’de kına satıcılarının bulunduğu Mehendiyen Çarşısı civârında babasından kalan eve yerleşti ve ders vermeye başladı. İlme susayanlar, gönüllere ferahlık veren derslerinden istifâde ettiler. Şah Veliyyulah-ı Dehlevî hazretlerinin ilim ve feyzinin üstünlüğü bütün beldelere yayıldı. O mütevâzî ev, talebeye kâfi gelmez oldu. Zamanın Gürgâniyye Devleti hükümdarı Sultan Muhammed, Şah Veliyyullah hazretleri için bir medrese yaptırdı. 1857 (H. 1274) senesinde İngilizlerin işgaline kadar bu medresede ilim öğretildi. Türklüğün ve İslâmiyet’in en büyük düşmanı olan İngilizler, yıllarca insanlara ilim ve feyz saçan bu mümtaz mekânı yakıp yıktılar, târihe geçen zulümlerine bir yenisini daha eklediler.
Şah Veliyyullah-ı Dehlevî (rahmetullahi aleyh), istikbâlin en büyük ilim merkezlerinden biri olacak bu medresede ilim ve feyz saçmaya başladı. Çok kimse kendisinden istifâde etti.

Talebesinin adedi bilinmemektedir. Talebelerine temel bilgilen öğrettikten sonra, herbirini istidadına göre, kabiliyetli olduğu ilimde yetiştirdi ve memleketin çeşitli yerlerine gönderdi. Medresesindeki talebelerini kendi yetiştirdiği mütehassıs âlimlerin ellerine tevdi etti. Kendisi daha çok, kitap yazmak, ibâdet etmek, müşkil mes’eleleri halletmekle meşgul oldu. Sabah namazını müteakip çalışmaya başlar, uzun zaman devam eder, yemek yimek bile hatırına gelmezdi. Namaz hâricinde bütün dikkatini çalışmaya verirdi. Allahü teâlânın kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmi tilâvet ederken, tam bir edeb ve dikkat üzere bulunur, Resûlullah efendimizin mübarek hadîs-i şerîflerini mütâlâa ederken bambaşka bir şekil alırdı. Bilmeyen biri görse hâline acırdı.

Allahü teâlâ, onun Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere gösterdiği edeb ve hürmetin bereketine, kendisine yüksek dereceler ihsan etti. Fârisî kısa ve özlü bir tefsîr yazdı. İlim sahibi olup, tefsîr okuyabilecek seviyeye gelen talebelerine tâlim ettirdi. Tefsîr okuyabilecek seviyeye gelmeyenlerin, bu pek kıymetli eserden fayda yeri ne zarar görebileceklerini anlatırdı. Bilhassa hadîs-i şerîf ilminde çok ilerleyen Şah Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri, tasavvufta yüksek derecelere erişmiş olmasına rağmen; “Allahü teâlâ, bize sahîh keşfler ihsan eyledi. Bu zamanda, hiç bir yerde Mirza Cân-ı Gânân’ın benzeri yoktur. Makamlarda ilerlemek isteyen onun hizmetine gelsin!” buyururlar ve talebelerden istidâd ve istekli olanları Mazhar-ı Cân-ı Canan hazretlerine gönderirlerdi. Ayrıca Mazhar-ı Cân-ı Canan hazretlerine yazdıkları mektuplarında; “Allahü teâlâ faziletlerin tecellî yeri olan sizlere uzun zaman selâmet versin ve bütün müslümanları bereketlerinize kavuştursun!” diye yazardı. Mazhar-ı Cân-ı Canan hazretleri de; “Şah Veliyyullah derin hadîs âlimidir. Marifet esrarının tahkikinde ve ilmin inceliklerini bildirmekte, yeni bir çığır açmıştır. Bütün bu bilgileri ve üstünlükleri ile birlikte doğru yolun âlimlerindendir” buyurur, talebelerinden istidâd ve istekli olanları Şah Veliyyullah’a (rahmetullahi aleyh) gönderirlerdi.

Bütün ilimlerde söz sahibi ve bâzı ilimlerde daha fazla mütehassıs olan Şah Veliyyullah’ı Dehlevî (rahmetullahi aleyh), Kur’ân-ı kerîmin kıraati ve nüzulü, tefsîr, hadîs, fıkıh, siyer, tasavvuf bilgileri gibi ilim dallarında pek kıymetli iki yüz civarında eser yazdı. Otuz yediotuz sekiz senelik bir zaman zarfında yazılan bu kıymetli eserlerden bir kısmı kütüphanelerde mevcud olup, bir kısmının da sâdece isimleri eserlerde zikredilmektedir. Hindistan’ı İngilizlerin yağmalaması esnasında yok olduğu tahmin edilen bu kıymetli eserlerden mevcud olanların çoğu defalarca basılmış, insanlar bunlardan istifâde etmişlerdir. Şah Veliyyullah-ı Dehlevî’nin; Şah Abdül’azîz Sâhib, Şah Refî’uddîn Sâhib, Şah Abdül-kâdir Sâhib ve Şah Abdülganî Sâhib isimlerinde dört oğlu olup, hepsi de fazîlet ve kemâl sahibi, olgun ve yüksek idiler.

[b]Şah Veliyyullah-ı Dehlevî şöyle anlatır: [/b]

Bir gün çok zaruret içerisinde olan bir fakir bir şey istemişti. Kalbime gelen ilham, o fakire ihtiyâcı olan şeyi vermemi emrediyor, dünyâ ve âhirette bana pek çok ecîr ve mükâfatı müjdeliyordu. Ni-hayet, o fakire istediği şeyi verdim. İlham yoluyla bana vâdedilen şeye gerçekten sâhid oldum. O gün yaptığım bu iyiliğin karşılığını gördüm.

Kaynak
ehlisunnetbuyukleri

www.ehlisunnetyolu.net
ETİKETLER:
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ