Yezidiler
YEZİDİLER
Hazret-i Ali’ye düşman olan ve şeytana tapan kimselerin mensûb olduğu fırka.
Hakem tâyini sonucunda Muâviye (radıyallahü anh) ile anlaşmaya karar veren hazret-i Ali’den ayrılıp Trablusgarb’a giden Abdullah bin İbâd, orada ibâdiyye fırkasını kurdu ve etrafına pek çok kimse topladı. Fikirlerini benimseyen bu sapık kimseler, zamanla çoğalıp, bölgede hâkim duruma geldiler. 770 (H. 153)’de halîfeye isyan edip Trablusgarb’ı ele geçirdiler. Kendileri dışında diğer müslümanları kâfir sayıp, büyük günah işleyenlerin mü’min olmadığını söylediler.
Hazret-i Ali’yi ve Eshâb-ı kiramdan çoğunu kâfir bildiler. Zamanla dörde ayrıldılar. Bunlardan, Yezîd bin Enîse’ye tâbi olup; “Acem’den bir peygamber gelecek, kendisine gökte yazılmış bir kitab inecek, Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkacak, sâbiiyye olacak, yâni yıldızlara tapınacak; küçük ve büyük her günahı işleyen kimse kâfir olur” diyen kimselere yezidî denildi. Bu sapık inanışa sâhib olan yezîdîler sonraki asırlarda da fikirlerini yaymaya devam ettiler.
Emevî sülâlesinin üstünlüğünü savunan yezîdîler, on ikinci asırda Abbâsîlerin kendilerine uyguladıkları baskılardan kaçarak kuzey Irak’daki Lâdes vadisine sığındılar. Âdi adlı birinin etrafında toplanıp, inanışlarını bölgedeki halk arasında yaydılar. Âdi’nin vefatından sonra yerine kardeşinin oğlu ikinci Âdi geçti ve daha sonra oğlu Şeyh Hasen reîs oldu. Bunun zamanında da yezîdîlerin sayısı seksen bine yaklaştı. Bu sırada Musul emîri İmâdüddîn Zengî harekete geçerek kumandanı Bedreddîn-i Lü’lü’ü Şeyh Hasen’in üzerine yollayarak Yezîdîleri dağıttı.
Yezîdîler, Adi ve Yezîd bin Enîse’nin insan üstü varlıklar olduğunu ileri sürüp, müslümanlıkla hıristiyanlık karışımı bir inancı kabul ediyorlardı.
Daha sonraki asırlarda da bu fikir ve inanışlarına bağlı kalan yezîdîler, Osmanlılar zamanında takibata uğradılar. Osmanlı şeyhülislâmları; kendilerine müslüman adı verdiği hâlde, helâle haram diyen, güneşe tapınan ve iblise ta’zim gösteren, ülü’l-emre yâni devlete karşı isyan eden yezîdîlerin bulundukları yerin dâr-ül-harb olduğuna ve İslâm askerinin bunlarla harb edeceğine dâir fetva verdiler. Irak, Suriye, Yemen, Azerbaycan, Türkiye, Hindistan gibi yerlere dağılıp sapık fikirlerini yaymaya çalışan yezîdîler, bugün de mevcûddurlar. 1930 (H. 1349)’da Lâdeş’de doğan ve 1966 (H. 1385)’de Irak’dan Anadolu’ya gelen reîsleri Emâvî, Irak ordusunda general rütbesine kadar yükseldi.
Câhil ve okuma-yazma bilmeyen yezîdîler, komünistlik propagandasına çabuk aldanmaktadırlar.
Rusya’da üç milyon komünist yezîdî bulunduğunu ve Irak’daki Abdüsselâm hükümetinin astığı bin iki yüz komünist içinde yezîdîlerin de bulunduğunu reîsleri Emâvî açıklamıştır. Emevî halîfelerinden Yezîd bin Muâviye ile hiç ilgileri bulunmayan ve bugünkü halleriyle İslâmiyet’in dışına çskan yezîdîlere, İran’ın muhtelif yerlerinde, Rusya’da; Tiflis, Baku, Batum ve Erivan’ın köylerinde, Irak sınırları içindeki Sengal (Sincar) dağlarında, Türkiye’de Mardin’in Midyat, Urfa’nın Viranşehir, Sürt’in Kurtalan, Beşîrî ve Batman ilçelerinin köylerinde ve Hakkâri dolaylarında rastlanmaktadır.
Yeryüzündeki sayıları hakkında kesin ve açık bilgi bulunmayan yezîdîler, Türkiye’de onbin civarındadır.
Temel inanç ve görüşleri; Arabça ve başka lisanlarda yazılmış olup, Makzimilyan Bütner tarafından Almanca’ya tercüme edilen ve 1913 (H. 1331) yılında basılan Kitâb-ül-celveve Mushaf-ı Reşadlı eserlerde anlatılmıştır.
Şeytâna tapınan yezîdîlere göre;
Okuma-yazma öğrenmek büyük günahtır. İblise “Melek ve tavus” derler. Şeytana söğeni öldürürler. “Derdleri, belâları iblis yaratır” derler. Allahü teâlânın varlığına inanan yezîdîler, O’nun en büyük
üç meleğinin
Melek Tavus (Şeytan), Şeyh Hâdî (Âdi) ve Sultan Yezîd olduğunu söylerler. Şeyh Hâdî’nin, Allahü teâîânın meleği ve yezîdîlerin mürşidi;
Sultan Yezîd’in, Hûda’nın meleği, yerin nuru ve insanlığın sevinci
Melek tavusun (şeytan)
Hûda’nın elçisi ve meleği olduğuna inanırlar. Onlara göre hamam ve helalar, şeytanın oturduğu yer olduğu için, helaya girmek ve hamama gitmek haramdır. Marul, bakla, lahana, balık, geyik ve horoz eti yemek yasak olup, koyu mavi elbise giymeyi de haram bilirler.
Sabahleyin sarılığın belirgin olduğu sırada güneşe karşı ayakta durup, dua okurlar ve güneşin ilk olarak vurduğu toprağı öperler. Batarken de güneşe karşı durup, dua okur ve ona yalvarırlar, ibâdet olarak kabul ettikleri bu işlere namaz kılma derler.
Özel ve genel olmak üzere iki çeşit oruç tutarlar. Özel orucu din adamları tutar. Bunlar yirmi gün Aralık ve yirmi gün Temmuz’da oruç tutarlar. Sonra Şeyh Âdi’nin türbesini ziyarete gittikleri Lâdes’de kırk gün oruç tutarlar. Ocak ayında ise yezîdîler hepsi üç gün oruç tutarlar. Bu genel oruçlarıdır. Oruç sabahleyin güneşin sarılığının görülmesiyle başlar, akşam gün battıktan sonra sona erer. Ayrıca, Hızır-İlyas için üç gün oruç tutmak âdeti de yardır. Lâdeş vâdisindeki Baadır Köyü’ndeki ölülerini ziyâyerete hac derler. Bunu Eylül ayında yaparlar. Yezîdîlerin en alt tabakasını teşkil eden müridler, gelirlerinin % 10’unu şeyhlere, % 5’ini pîre, % 2,5’unu da fakirlere verirler.
Buna da zekât adı verirler. Bu işlerini namaz, oruç, hac ve zekât diye anlatırlar. Bu sözleri işitenler bunları müslüman sanır. Sere salededikleri Nevruz ile Çeşna havinidenilen yaz bayramları vardır.
Dünyânın yaratılış günü olarak kabul ettikleri 21 Mart’ta bayram ederler. Nisan ayının tamâmını kutsal sayan yezîdîler, bu ayın ilk haftasında evlenmezler, alışveriş etmezler ve toprakla ilgili işleri yapmazlar. Nisan ayının ilk Çarşamba günü banyo yapmak ve herhangi bir işle uğraşmak da yasaktır. Her yezîdînin, bir âhiret kardeşi ve âhiret bacısı olması mecburîdir.
Yezîdîler, birbirinden çok farklı iki gruba ayrılırlar:
Birincisi mürîdler
mevki veya zenginliğe bakılmaksızın umûmu teşkil eden halk tabakasıdır.
İkincisi; ruhanîler
olağanüstü saygı gösterilen dînî önderler ve rahiplerdir. Mürîdler sınıfında bulunan bir kimsenin, ruhanîler sınıfına girmesi, mümkün olmadığı gibi, bir ruhanînin mürîdliğe geçmesi de imkansızdır. Herkes doğduğu kast yâni sınıf içinde ölmek zorundadır.
Ruhanîler de altı kısma ayrılırlar:
1-Şeyhler
Şeyh Âdi’nin mürîdlerinden ve kardeşlerinin soyundan gelenlerdir. Beyaz elbiseli ve siyah sarıklı olup en yüksek din adamlarıdır.
2-Pîrler
Daha az asîl bir soydan gelen ruhanîler olup, elbiseleri siyah, başlarında siyah veya kırmızı tüylü sarık bulunur.
Bu iki sınıf gerçek din adamları olup, dokunulmazlıkları vardır. Vazifeleri; cemâatlerini dînin emirlerine çağırmak, yasaklarından sakındırmak ve dînî törenleri idare etmektir.
3-Fakirler veya karabaşlar
Siyah başlık giydikleri için bu adı alırlar. Şeyh ve pîrlerden meydana gelen bir çeşit ihtiyarî kardeşliktir. Kak (üstâd) denilen, Haleb’de ikâmet edip, yezîdiyye sancağının gelirleri ile geçinen bir tarikat reîsinin emri altındadırlar. Kıldan gömlek ve kırmızı siyah sarık giyerler. Bunlar sadaka ile yaşar, arabulucu ve barış sağlayıcı rolü oynarlar. Bir fakir, yüksek bir âmirin yerine geçebilir.
4-Kavvallar
Bunlar, ruhanîlere hizmet eden şarkıcılardır. İlâhîler söyleyerek çeşitli çalgı âletleri çalmak suretiyle bütün dînî bayramlara katılırlar. Beyaz elbise giyerler, siyah sarık taşırlar.
5-Köçekler
Oyunculardan ibaret olup, Şeyh Âdi’nin türbesi yanında hizmet eder, kavvallara yardımcı olarak sancakları taşır ve bayramlarda korkunç bir cezbe içinde oynarlar.
6-Avhan veya Avan
En aşağı taba kadaki ruhanîler olup, Şeyh Âdi’nin türbesine hizmet ederler.
Kaynak
ehlisunnetbuyukleri.com